Blog Arşivi

11 Ocak 2011 Salı

İslamiyet Kültürü Etkisindeki İlk Eserler


İslam kültürü etkisindeki ilk eserler doğu lehçesi (Hakaniye Türkçesi) ile oluşturulmuştur.
1.                  Kutatgu Bilig (Mutluluk Veren Bilgi) (1069- 1070 ): 1070’te Yusuf Has Hacip’in yazdığı bu eser, İslam kültürü etkisindeki ilk ürün olma niteliği taşır.  “Hükümet Olma Bilgisi” anlamı taşıyan
Kutadgu Bilig’in başlıca özellikleri şunlardır:
Ø      Balasagunlu Yusuf Has Hacip tarafından, 1069–1070 yıllarında yazılmış ve Tabgaç Buğra Han'a sunulmuştur.
Ø                 İslamiyet'in etkisinde yazılan ilk eser olarak bilinir.
Ø                 Türk edebiyatında ilk siyasetname olarak bilinir.
Ø                 Kutadgu Bilig "mutluluk veren bilgi" anlamına gelen eser didaktik özellikler taşır.
Ø                  Eser, aruz ölçüsü ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır. Aruz ölçüsüyle yazılmış ilk eserimizdir.
Ø                 Edebiyatımızın ilk mesnevisidir.
Ø                 Eserde 73 bölüm, 6645 beyit ve 173 dörtlük vardır.
Ø                 Eser, İran edebiyatından "Şehname" örnek alınarak yazılmıştır; Şehname'nin aruz kalıbıyla yazılmıştır.
Ø                 Kutadgu Bilig sembolik öğeler taşıyan (alegorik) bir eserdir. Eserdeki dört şahsın her biri ayrı bir kavramı sembolize eder. Kün Togdı hakandır, adaleti sembolize eder; Ay Toldı onun veziridir, mutluluğu sembolize eder; Ögdülmiş vezirin oğludur, aklın sembolüdür; Odgurmış ise Ögdülmiş'in yakınıdır, yaşamın sonunu, ahireti sembolize eder.
Ø                 Eser konuşmalarla, tartışmalarla ve karşılıklı mektuplaşmalarla geliştirilir. Yazar, kahramanları aracılığıyla öğütler vermiş; idarecilik, dilin önemi, dünya yaşamı, iyilik etmek gibi konularda düşüncelerini ortaya koymuştur.
Ø                 Eserde o dönemdeki toplum yaşamında öne çıkan kişilerden de söz edilir.
Ø                 Kutadgu Bilig oldukça yalın bir dille yazılmıştır; eserde çok az sayıda yabancı sözcük kullanılmıştır.
Ø                 Hakaniye Türkçesiyle yazılmıştır.

2.                  Divan-ı Lügat' it Türk( Türk Dilinin Sözlüğü) ( 1072–1074 ): “Türk Dilleri Sözlüğü” anlamına gelen bu eseri 1072–1074 yılları arasında Kaşgarlı Mahmut, Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazmıştır.
Divan-ı Lügat' it Türk’ün başlıca özellikleri şunlardır:
Ø                 Eser, Türk dilinin ilk sözlüğü, ilk dilbilgisi kitabı sayılır.
Ø                 Arapça olarak yazılmış, 7500 Türkçe sözcüğün açıklaması yapılmıştır.
Ø                 Türkçe sözcüklerin anlamı verilmekle yetinilmemiş, sözcüğün türü, yapısı, cümledeki kullanımı da gösterilmiştir. Yine aynı sözcüğün değişik Türk boylarındaki söylenişleri belirtilmiş, bu sırada o Türk boylarının yaşam biçimleri ve yaşadıkları coğrafya hakkında bilgiler verilmiştir.
Ø                 Eserde Türk diliyle kaleme alınmış şiir örnekleri (koşuklar, savlar), destan parçaları, atasözleri (savlar) ve deyimler vardır. Sözlü dönem Türk edebiyatına ait bilgilerin çoğu bu kaynakta yer almaktadır.
Ø                 Eser, ansiklopedik bir nitelik taşır. Tarih, coğrafya, folklor… bilimleri açısından temel bir kaynaktır.
Ø                 Esere o döneme ait bir Türk illeri haritası da eklenmiştir.
Ø                 Eser halk edebiyatı ve halk bilimi (folklor) açısından da önemli malzemeler içerir.
Ø                 Yazar, eserini oluşturan malzemeleri Türk boyları arasında dolaşarak derlemiştir. Türk boylarının yaşadığı bölgeler ve yaşam koşulları hakkında bilgiler vermiştir.
Ø                 Eser Ebu' l Kasım' a sunulmuştur.

3.                  Atabet-ül Hakayık: “Gerçeklerin Eşiği” anlamına gelen bu eser, 12. yüzyılın başlarında Edip Ahmet Yükneki tarafından Hakaniye Türkçesiyle yazılmıştır.
Atabet-ül Hakayık’ın başlıca özellikleri şunlardır:
Ø                 Ayet ve hadislere dayanarak İslam ahlakını öğretmeye çalışan didaktik bir eserdir.
Ø                 Eserin giriş kısmı (Allah’ın, Peygamber’in, Dört Halife’nin övüldüğü bölüm), gazel biçiminde kafiyelenmiş 46 beyitten oluşur.
Ø                 Eserde asıl konuyu anlatan bölüm mani biçiminde kafiyelenmiştir ve 101 dörtlükten oluşur.
Ø                 Aruz ölçüsü ve Kutadgu Bilig’in kalıbıyla yazılmıştır.
Ø                 Eser, dindar olmanın erdemlerinden, iyilikten, cömertlikten söz eden bir öğütler kitabıdır.
Ø                 Gazel ve kaside denilebilecek tarzda şiirler vardır.
Ø                 Telmih (hatırlatma) sanatı kullanılmıştır.

4.                  Divan-ı Hikmet: 12. yüzyılda Türk Tasavvuf edebiyatının ilk şairi sayılan Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır.
Divan-ı Hikmet’in başlıca özellikleri şunlardır:
Ø                 Divan-ı Hikmet dini, tasavvufi konuları işleyen didaktik bir şiir kitabıdır. Tasavvufi Türk Edebiyatının ilk eseridir.
Ø                 Eserde Ahmet Yesevi'nin kurucusu olduğu Yesevilik tarikatına ait bilgiler, dervişlik üzerine övgüler, cennet, cehennem tasvirleri, peygamberimizin hayatı ve mucizeleri anlatılır.
Ø                 Koşma nazım biçimiyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yarım uyak kullanılmıştır
Ø                 Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlüklerin her biri “hikmet” (bilgece söylenmiş söz) adını alır.
Ø                 Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır. Sade ve yalın bir dil kullanılmıştır. Arapça ve Farsça sözcükler azdır.
Ø                 Gazel ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmış hikmetler de vardır.
Ø                 Eserdeki şiirlerin tümü Ahmet Yesevi’ye ait değildir. Esere zamanlı Yesevi tarikatına bağlı dervişlerin şiirleri de karışmıştır.
Ø                 Eser, başta Yunus Emre olmak üzere, birçok tasavvuf şairini etkilemiştir.
Ø                 İstifham (soru sorma) ve Tecahül-i Arif (bilip de bilmezlikten gelme) sanatları kullanılmıştır.

Uygur Dönemi Eserleri / Uygur Metinleri




Göktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buda ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikâyenin yanında "kökünç" denilen ilkel tiyatro eserleri de vardır.
Uygur Türkleri büyük Türk Hakanlığının başına geçtikten sonra, Orhun yazısını bir süre kullanmaya devam ettiler. Bu devirde dikilen bazı Uygur bengütaşlarındaki kitabeler Orhun yazısı ile yazılmıştır. Bunlardan biri "Tengride Bolmış li Etmiş Bilge Kağan" unvanı ile anılan Moyen-Çor Kağan'a aittir.
Fakat üçüncü hükümdarları Bögü Kağan zamanında "Mani" dinini alan Uygurlar, millî Orhun yazısını bırakıp Soğd dilinin (İran kökenli ve şimdi unutulmuş olan bir dil) yazısını aldılar ve geliştirdiler. Bugün, Uygur yazısı dediğimiz bu yazı, 3'ü sessiz, 15'i sesli olmak üzere 18 harften ibarettir. Sağdan sola yazılır. Yakın sesler için tek ve aynı harf kullanılır. Bu yüzden Türk dilinin musikisini verecek güçte değildir.
Uygur edebiyatının maniheizmin benimsendiği devrine "Manici edebiyat" diyoruz. Uygurlar 12. yüzyıldan itibaren Budizm'i benimsediler. Bu devirdeki Uygur edebiyatına da "Burkancı edebiyat" diyoruz. (Burkan, Uygurların Buda'ya verdikleri isimdir).
Manici ve Burkancı edebiyat, adlarından da anlaşıldığı gibi daha çok dinî nitelik taşır. Fakat dönemin Türkçesi için zengin kaynak ve örnek niteliğini de korur. Manici ve Burkancı edebiyatta hem nesir, hem nazım eserler çoktur. Dinî konuların dışında tıp, felsefe, aşk, ölüm, falcılık gibi değişik konular da işlenmiştir.
Büyük kısmı Çince ve Moğolcadan çeviri olan bu metinlerden önemli olanları şunlardır.

Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Çinceden çevrilen Sekiz Yükmek’te Burkancılığa ait dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser; kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker.
Sekiz Yükmek'in bölümleri şunlardır:
1. Köz bilig (görme)
2. Kulgak bilig (duyma)
3. Til bilig (tatma)
4. Burun bilig (koklama)
5. Etüz bilig (< et + öz bilig "dokunma")
6. Kö?ül bilig (gönül)
7. Adra-tigre bilig (akıl-ayırma bilgisi)
8. Anılık  bilig (hazine  bilgisi - dini kitaplardan bahseder)

Altun Yaruk (Altın Işık): Altun Yaruk "Altın Işık" manasına gelir. Sıngku Seli tutung tarafından Çinceden Uygurcaya çevrilmiş olan eser "tercümeden ziyade bir adaptasyondur. Burkancılığın temellerini, felsefesini ve Buda'nın menkıbelerini içerir. Eser çok sayıda hikâyeden oluşur. Bunlardan en meşhurları şunlardır:





Şehzade İle Aç Pars Hikâyesi: Bu hikâyede açlıktan ölmek üzere olan bir parsı kurtarmak isteyen fedakâr şehzade anlatılır. Parsın ölmemesi için şehzade kendisini ona yem eder. Hikâyenin sonunda Buda, şehzadenin, kendisi olduğunu ifade eder. Bu hikâye çok canlı ve akıcı bir üsluba sahiptir. Şehzadenin ölümü üzerine söylenen şiirlerde tam bir ağıt havası vardır.
Çeştani Beğ Hikâyesi: Çeştani beğ'in ülkesinde yaşayan insanlara hastalık ve belalar getiren insanlarla mücadelesini anlatır. Şeytanların tasviri son derece canlıdır.
Dantipali Beğ Hikâyesi: Kendi emrindeki geyikleri kurtarmak için kendini feda eden bir geyiği anlatır. Geyiği öldüren Dantipali Beğ'i ise korkunç alevler yutar. Hikâye, çok canlı tasvirlere sahiptir.

Irk Bitig (Fal Kitabı): Göktürk yazısıyla yazılmış bir fal kitabıdır. Her biri ayrı fal olarak yazılan 65 paragraftan oluşur. Çeşitli inanışlar ve masal unsurlarının bulunduğu kitapta günlük dile ait pek çok kelime de vardır.

Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzade): Burkancılığa ait bir menkıbenin hikâyesidir. İyi düşünceli şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerini engellemek için bir mücevheri elde etmek üzere yaptığı maceralı yolculuk anlatılır. Şehzadenin sahip olduğu mücevher kötü yürekli kardeş tarafından gözleri oyularak çalınır. Fakat sonunda adalet yerini bulur ve iyi yürekli şehzade Buda'ya dönüşür.

Uygur döneminde bu metinlerin dışında çeşitli manzum parçalar da vardır. Maniheist Uygur dönemine ait bir metinde adı geçen Arpın Çur Tigin’in bilinen ilk Türk şairi olduğu söylenebilir.

İLAHİ


İlahi, Allah'ı övmek, O'na dua etmek ve en büyük aşkın Allah aşkı olduğunu belirtmek amacıyla yazılmıs makamla okunan dini tasavvufi halk edebiyatı nazım şeklidir. Arapça kökenli bir kelimedir. Bir başka kullanımı da şaşma ve sitem bildiren ünlemdir.
İlahiler çok eski zamanlardan bu yana dinlerin ve inançların önemli bir parçasını oluşturmuştur. Her dinin ilahilere farklı bir bakışı vardır. Her dinin farklı ilahileri vardır. İlahiler bir dinin kutsal metinlerinin bir parçasını oluşturup, kutsi bir mahiyete sahip olabilir veya sadece o dinin inandığı Tanrı veya tanrısal mefhumları övmek için inananlar tarafından yazılmış, kutsiyeti bulunmayan metinler de olabilirler. İlahiler çoğu dinde din eğitiminin önemli bir parçasıdır. Bazı dinlerde ve inanışlarda ilahi söylemek bir tür ibadettir. Fakat, ilahi söylemek çoğu inanışta belirli ibadetlerin sadece bir parçasını oluşturur.
İlahiler tarikatlere göre değişik isimler alır. Mevlevilerde ayin, Bektaşilerde nefes, Alevilerde deme(deyiş), diğer tarikatlerde de cumhur ve ilahi adını alır.
İlahi nazım şeklinin öncüsü Yunus Emre'dir.Yunus Emre, şiirlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmıştır.Hece ölçüsü kullanmıştır.11'li hece ölçüsünü kullanmıştır.Halkın içinden biri olduğu için halk tarafından çok sevilmiştir ve dili halkın dilidir.
İlahi Nazım Şekli Özellikleri
1. Allah'ı övmek ve O'na yalvarmak için yazılan, Allah sevgisiyle, insan sevgisini bütünleştiren içten şiirlerdir.
2. Özel bir beste ile söylenir.
3. Hece ve vezninin 7'li, 8'li ve 11'li kalıbıyla söylenirler.
4. Dörtlüklerden oluşur. Dörtlük sayısı 3 ila 7 arasında değişir.
5. Genelde şiirin içinde şairin mahlası geçer.
6. İlahi denince akla Yunus Emre gelir.
Not: İlahiler tarikatlara göre farklı isimler alır: Mevleviler'de âyin, Bektaşilerde nefes, Aleviler'de deme, Gülşeniler'de tapuğ, Halvetiler'de durak, öteki tarikatlar da hur ya da ilahi gibi.



Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar oldurur                                  
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni
Yunus'durur benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni    ( Yunus Emre )



NEFES
Nefes, dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bektaşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşmaya benzer. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7, 8, 11'li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır. Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir. Fazla da olabilir.
Nefes Nazım Biçimi Özellikleri
1. Bektaşi şairlerinin yazdığı tasavvufi şiirlerdir.
2. Genellikle, nefeslerde tasavvuftaki Vahdet-i Vücud felsefesi anlatılır.
3. Bunun yanında Hz. Muhammed (A.S.M) ve Hz. Ali (R.A) için övgüler de söylenir.
4. Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı 3 ila 8 arasında değişir.
5. Hece ölçüsüyle yazılırlar. Ama aruz ölçüsüyle yazılan nefesler de vardır.
6. Nefeslerde, kalenderâne ve alaycı bir üslup dikkati çeker.
7. Duygu ve düşünceleri nükteli bir şekilde ve zarafet ölçüleri içinde söylemek nefesin en belirgin özelliğidir.



Eşrefoğlu al haberi
Bahçe biziz bağ bizdedir
Biz de mevlanın kuluyuz
Yetmiş iki dil bizdedir
Erlik midir eri yormak
Irak yoldan haber sormak
Cennetteki ol dört ırmak
Coşkun akan sel bizdedir
Adem vardır cismi semiz
Abdes alır olmaz temiz
Halkı dahleylemek nemiz
Bilcümle vebal bizdedir
Biz erenler gerçeğiyiz
Has bahçenin çiçeğiyiz
Hacı bektaş köçeğiyiz
Edep erkan yol bizdedir
Kuldur Hasan Dede'm kuldur
Manayı söyleyen dildir
Elif hakka doğru yoldur
Cim ararsan dal bizdedir      (Tamaşvarlı Âşık Hasan,17.yy.)

Erzurumlu Mustafa Darir


Ø                 Beylikler devri şâirlerinden. Doğum ve ölüm târihleri belli değildir. Doğuştan kör olduğu söylenen Darir, kuvvetli bir hâfızaya sâhipti. Bu sâyede Arapça ve Farsçayı mükemmel bir şekilde öğrendiği gibi, İslâmî ilimlerde de ehliyet kazanarak kâdılık pâyesi almıştır.
Ø                 Erzurum ve civârında doğup büyüyen Darir, 1377 yılında Mısır’a gitmiş, hükümdâr meclisine kabul edilerek fasih ve beliğ konuşması ile dikkatleri üzerine çekmiştir.
Ø                 Nazım ve nesirle meşgul olan Darir, tahmînen 15. yüzyıl başlarında ölmüştür. Darir’in eserlerinde Âzerî lehçesi özellikleri görülmekle berâber, Kâdı Burhâneddîn’e nazaran Osmanlı Türkçesine daha yakındır.
Ø                 Gâyet rahat ve mükemmel bir üslûbu vardır.
Ø                 Eserleri: Erzurumlu Mustafa Darir’in ilk eseri manzum olup, Yûsuf ve Zeliha (Kıssa-i Yûsuf) ismini taşır. Fütuh-üş-Şam’ı ise 1393 yılında tercüme etmiştir. Ayrıca Yüz Hadîs Tercümesi gibi mensûr eserleri de vardır. Mısır’da geçirdiği beş sene içinde yazdığı Siyer-i Nebî’si 1388’de tamamlanmıştır. Üç cilt olan bu eserinde nazma da yer verir. Aslında Darir burada bir halk hikâyecisi gibi görünür. Mevzuu anlattıktan sonra aynı konuyu şiirle de verir. Bu şiirlerin bâzısı Arabîdir. Siyer-i Nebî Türk Edebiyâtı içinde yazılan ilk siyer kitabıdır.

Nasrettin Hoca Fıkraları


Ø                 Türk edebiyatının önemli edebî türlerinden biri de öğreticilik yönü ağır ba­san fıkralardır. Fıkralarda derinlik, anlam zenginliği ve engin bir hayat tec­rübesi vardır.
Ø                 Halkımızın mizahlı, güzel ve anlamlı sözler söyleme gücü âdeta Nasrettin Hoca'da simgeleşmiştir. Bu yüzden o da Türk halkının duygu, düşünce ve zevkini anlatan büyük şairlerimiz gibi halka mal olmuştur.


Fıkraların Özellikleri:
Ø                 Nesir diliyle anlatılan bu ürünler bir tez ve karşı tezden oluşur. Başlan­gıç, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
Ø                 Sorunlar karşılıklı konuşmalar ve tartışmalarla sonuca bağlanır. Sonuç bölümünde hisse vardır. Her fıkrada mutlaka yer alan bu hisse bölümü hüküm ifadesi taşır.
Ø                 Gül­me, hiciv ve hikmetli sözler taşıyan çatışma bölümü fıkranın estetiğini oluşturan temel unsurdur.
Ø                 Mantığı zorlamayan bir karakterde olan Türk fıkraları kıssadan hisse (anlatılanlardan pay, sonuç çıkarma) amacıyla söylenmiştir.
Ø                 Nasrettin Hoca fıkra tipi, Anadolu halkının yarattığı, genelde Anadolu insanını simgeleyen bir tiptir. Ezenler, ezilenler, sömürenler, sömürülenler, devlet ileri gelenleri (sultanlar, hakanlar, beyler, kadılar, müderrisler, ho­calar...), halktan insanlar, kadınlar, gençler, çocuklar, değişik mesleklerden insanlar bu tiplerden bazılarıdır. Bir de çevresindeki eşyalar, nesneler, hayvanlar (özellikle de Hoca'nın eşeği)...
Ø                 Nasrettin Hoca fıkraları, sözlü gelenekte yaşamış, ancak ölümünden birkaç yüzyıl sonra yazılı ürünlerde görülmeye başlanmıştır. Bu neden­le Nasrettin Hoca fıkralarının kaynaklarını tam olarak bulup ortaya koy­mak pek kolay değildir.
Ø                 Hoca’nın en az sözle kalıcı mesajlar vermesi onun halk diline güç katmış bir dil eğitimcisi olmasındandır. Atasözü, deyim ve telmihleriyle Nasreddin Hoca dilimizi kelime ve anlam açısından zenginleştirir. Canlı örnekleriyle dili renklendirir, aydınlatır.

Nasrettin Hoca:
Ø                 Nasrettin Hoca Türk halk bilgesi. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur.
Ø                 Sivrihisar'ın Hortu bölgesinde dünyaya geldi., Akşehir'de vefaat etti.. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya geri dönerek o bölgenin imamı oldu. 1237'de Akşehir bölgesine yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerine katıldı. İslam diniyle alakalı çalışmalarını devam ettirdi. Bir rivayete  göre medresede ders verdi, kadılık yaptı. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hoca adı verilmiştir
Ø                 Nasrettin Hoca'nın hayatıyla alakalı bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi nedeniyle, söylentilerle karışmış, daha çok olağanüstü özellikler kazanmıştır. Bu rivayetler içinde, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.
Ø                 Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.
Ø                 Zeki ve nüktedan biridir. Esprili ve nükteli konuşmanın, insanın sevgi ve saygısını artıracağına inanır. Onun fıkralarının temel özelliği zekâ ve nüktedir.
Ø                 Ezilenin, zulüm görenin yanındadır. Pek çok fıkrasında kötü yöneticiler, ahlaksız kimseler, halka eziyet çektirenler, sömürenler, doğrudan ya da dolaylı bir biçimde eleştirir. (Nasrettin Hoca'nın kavuğu ve eşeği değişik biçimlerde yorumlanmaktadır. Kimilerine göre kavuk, devleti; eşekse, halkı temsil etmektedir. Bir başka yoruma göre, kavuk ve eşek, Hoca'nın arabuluculuğunu göstermektedir. Hoca'nın devlete rağmen halkın yanında olduğu görüşünü savunanlarda var.)
Ø                 Derin bir hoşgörüye sahiptir. Ama bu Hoca'nın her şeyi affettiği, gör­mezden geldiği anlamına gelmez; hep umutludur, karamsarlığa düşmez, gerektiğinde eleştirinin ötesine geçip ince ince alay eder, bir akıl hocasıdır, dünyadaki değişimin farkındadır, bu yüzden yeni ortamlara uyum sağlamada zorluk çekmez, görünüşe değil, insanın iç dünyasının zenginliğine önem verir.

Âşık Paşa (1272–1333)



Ø                 Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu sahasında yetişmiş ünlü tasavvuf şairlerindendir. Asıl adı Ali’dir.
Ø                 Kırşehir doğumlu olan Âşık Paşa, Anadolu Türkleri arasında tasavvufu yaymak için uğraşmıştır.
Ø                 Âşık Paşa'nın iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça, Farsça ve İslami bilgileri bildiği, tasavvuf türünü edindiği sufiyane şiirler yazdığı, siyasete katıldığı gene kaynakların verdiği bilgiler arasındadır.
Ø                 Yunus Emre’nin etkisinde kalan, hem hece hem aruzla şiirler yazan sanatçının en önemli eseri Garib-nâme adlı mesnevisidir.
Ø                 Şiirlerinde "Âşık, Âşık Paşa, Muhlisoğlu Âşık" mahlaslarını kullanmış olan Âşık Paşa'nın bir divanı oluşturacak sayıda olmamakla birlikte manzumeleri de bulunmaktadır.

Garib-nâme:
Ø                 12.000 Beyit dolayında olan Garib-name dini-tasavvufi konulu bir mesnevi olup halka tasavvufu öğretmek amacıyla yazılmıştır.
Ø                 Tasavvufu tanıtıcı ve öğretici bilgiler vermesinin yanı sıra, "insan-ı kâmil" olmayı öğütleyen ahlaki, didaktik bir hüviyete sahiptir.
Ø                 Bir bakıma Âşık Paşa, Mevlana Celaleddin Rumi'nın mesnevi'sinde yaptığını Türkçe olarak Garibname'de yapmıştı. Nitekim Mesnevi'nin hem biçim özellikleri, hem de içeriği bakımından Garib-name'ye etkisi olmuştur.
Ø                 Eser, yüzyılın diğer mesnevilerinin kalıbıyla; fa'ilatün / fa'ilatün / fa'ilün kalıbıyla yazılmıştır.
Ø                 Mesnevi, bab denen on bölüme ayrılmış ve her babda da o babın sayısına uygun konular anlatılmıştır. Bu bakımdan eserin geometrik bir düzene sahip oluşu dikkat çeker.
Ø                 Âşık Paşa 14. yüzyıl Anadolu'sunun siyasi ve ideolojik birliğinin sağlanmasında ve halkı eğitmekte anadilinin gücüne ve yararına inanmış bir aydındır. Bu nedenle Garib-name'de Türkçeye önem verilmesi gerektiğini belirtmiş ve eserini bilinçli olarak Türkçe yazmıştır. Kısacası Garib-name, bilgilendirici, öğretici yanıyla önemli olduğu kadar, yazıldığı dönemin dil özelliklerini taşıması ve Anadolu'da gelişen edebi dilin Türkçe olması konusunda, Âşık Paşa'nın duyarlılığını göstermesi bakımından da dikkate değer bir kaynaktır.

Hacı Bektaş-ı Velî (1210–1270)



Ø                 Türk tasavvuf edebiyatının ünlü bir şairidir.
Ø                 İyi bir eğitim görmüş, Hoca Ahmet Yesevi’nin işaretiyle Anadolu’ya gelmiş, Kırşehir civarına yerleşmiştir. Burada çok sayıda derviş yetiştirmiş, Nevşehir’de vefat etmiştir.
Ø                 Anadolu’da kurulan ilk tarikat olan Babailik tarikatının mensubu iken Baba İshak’ın bir isyan sonucu öldürülmesinin ardından Babaileri kendi etrafında toplayarak Bektaşilik tarikatını kurmuştur.
Ø                 Hoşgörüyü, sevgiyi, içten inancı esas alan Bektaşilik tarikatı, edebi metinlerdeki karşılığını nefeslerde bulmuştur. Bektaşi şairler, çeşitli ayinlerde nefesler söyleyerek bu inancın en güzel verimlerini vermişlerdir.
Ø                 Bektaşilik’in hem ilk dönem Osmanlı padişahları hem ahilik teşkilatı hem de Osmanlı ordusunun temel askeri gücü olan Yeniçeriler üzerinde derin etkileri olmuştur.
Ø                 Tasavvufî konularını bölümler halinde işleyen Makalat adlı eseri ünlüdür.

Makalat:
Ø                 Makalat, Bektaşilik tarikatının kurucusu Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait bir eserdir.
Ø                 Eserin aslı Arapçadır. Eserin manzum ve mensur Türkçe çevirileri günümüze kadar ulaşabilmiştir.
Ø                 Makalat, o dönemin tasavvuf anlayışını, ilahi aşkı ve bu aşkın verdiği coşkuyu anlatması bakımından önemlidir.
Ø                 Makalat, tasavvuf konularını bölümler halinde işler.
Ø                 Alevi-Bektaşi inancındaki dört kapı ve kırk makam Makalat'ın ana konusudur ve konu ile ilgili 135 ayetin Türkçe anlamı verilmiştir.
Ø                 Makalat; Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan, her kapının da on makamından bahseder.
Ø                 Makalat’ta tasavvuftan, kalp ahvalinden, zahit, arif ve muhiplerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir.
Ø                 Makalatın ilgi çeken en önemli hususu, düşüncelerin Kur’an ayetlerine ve Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerine dayandırılmış olmasıdır. Bazı bölümlerde konular sadece ayetler zikredilerek anlatılmaya çalışılmıştır.
Ø                 Didaktik bir eser olan Makalat, tasavvuf konularını işleyen makalelerden oluşmaktadır.
Ø                 Hacı Bektaş Veli, Makalat'ında İslam dininin genel hükümlerini Türklerin anlayabileceği bir yorumla işler.
Ø                 Sade, anlaşılır bil dil kullanılmıştır. Kısa cümlelerle yazılmıştır.
Ø                 Elde bulunan nüshalar genellikle manzumdur ve nazım birimi olarak beyit kullanılmıştır.

DEDE KORKUT HİKÂYELERİ


Ø                  Asıl adı “Kitab-ı Dede Korkut Alâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan”dır.
Ø                 12. 13. ve 14. yy.da Doğu Anadolu’da ve Azerbaycan’da yaşayan Müslüman Oğuz boylarının geleneklerini, göreneklerini, iç mücadelelerini, doğaüstü güçlerle, yaratıklarla savaşmalarını ele alır.
Ø                 14. ve 15. yy.da yazıya geçirilmiştir. Bu konudaki yaygın kanaat hikâyelerin 14.yy.da yazıya geçirildiği şeklindedir. Hikâyelerin kimin tarafından yazıya geçirildiği bilinmemektedir.
Ø                 Destandan halk hikâyesine geçiş döneminin ürünüdür.
Ø                 Toplam on iki hikâyeden oluşur.
Ø                 Hikâyelerde oğuzların çevredeki boylar ile aralarındaki savaşlar ve kendi iç mücadeleleri yer alır.
Ø                 Şiir ve düzyazı (nazım-nesir) karışık oluşturulmuştur.
Ø                 Hikâyelerde az da olsa masal ve destan unsurları görülür.
Ø                 Çok temiz, güzel ve zengin bir kullanılmıştır.
Anlatım açık, yalın ve durudur. Kesinlik ifade eder.
Ø                 Hikâyelerde en önemli meziyet kahramanlıktır.
Ø                 Aileye, kadına, çocuğa ve çocuk terbiyesine büyük önem verilir. Kadınların ailenin en önemli unsuru olduğu vurgulanır. Önsözünde dört ayrı tadın tipi çizilir.
Ø                 Bütün hikâyelerde dini unsurlar (namaz kılma, dua etme, arı sudan abdest alma) görülür.
Ø                 Kahramanlar dövüşlerini, Allah ve peygamber sevgisi için yapar.
Ø                 Türk milletinin karakteristik özellikleri; doğruluk, adalet, güzellik yüceltilir.
Ø                 Misafirperverlik ve cömertlik insanların ortak özelliğidir.
Ø                 At, ağaç, su, yeşillik kısaca tabiat çok sevilir.
Ø                 Kahramanların en büyük yardımcısı atlardır.
Ø                 Kadınlar, eşlerine karşı aşırı saygılı ve itaatkârdır. Eşler de kadınlarına önem verir, iyi davranır.
Ø                 Hikâyelerde, birçok öğüt vardır. Bu nedenle bu hikâyeler didaktiktir.
Ø                 Hikâyelerde yaşanan olayların tarihi bilgilerle ilgisi vardır.
Ø                 Hikâyelerde geçen ve hikâyelere adını veren Dede Korkut; yaşlı, herkesin saygı gösterdiği, hakanların bile akıl danıştığı, çocuklara isim koyan, eğlencelerde kopuz çalıp şiirler söyleyen, kırgınlıkları gidermede aracılık eden kişidir.
Ø                 Hakaniye lehçesi kullanılmıştır.

CEMŞİD-İ HURŞİD



İranlı şair Salman Saveci'nin aynı adı taşıyan 1500 beyitlik yapıtının genişletilmiş çevirisi olan, Cemşîd ü Hurşîd, ünlü 14. yüzyıl divan şairi Ahmedî'nin belki de en çok tanınan eseridir.
Ahmedî’nin bu ünlü mesnevisi beş bin beyitliktir. Mesnevide gündelik hayata dair unsurlara sık rastlanmaktadır.
Çin hükümdarının oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki âşıkane macerayı tasvir etmektedir; gerek bu eserini ve gerek Tervîhü’l-Ervâh adındaki tıbba dair eserini Emîr Süleyman Çelebi'nin emriyle kaleme almıştır.
Cemşid-ü Hurşid döneminin sosyal özellikleriyle örtüşmemektedir. Çünkü bu mesnevi konusunu İran (Fars) edebiyatından almıştır. İran ve Türk edebiyatlarında işlenmiş bir aşk hikâyesidir.
Çin İmparatorunun oğlu Cemşid, düşünde gördüğü bir kıza aşık olur. Ahmedi, Cemşid ü Hurşid'i o devrin anlayışına göre yeni bir telif haline koyabilmek için hemen hemen bütün şark efsanelerinden ve mesnevilerinden yararlanmış, onlardan çeşitli motifler almış ve bunları ustalıkla birleştirerek adeta yeni bir hikâye oluşturmuştur.
Bu esere kaynaklık eden kitap, destan ve efsaneler arasında Eski Türk destan ve masalları da bulunur.
Cemşid ü Hurşid, aruzun Mefailün/Mefailün/Feülün vezniyle yazılmıştır.

Özellikleri:
1)Mesnevi nazım şekliyle yazılmıştır.
2)1403 yılında bitirilip Süleyman Şah'a sunulmuştur.
3) 4798 beyitten oluşmaktadır.
4)Konusu Çin hükümdarının oğlu Cemşid ile Anadolu imparatorunun kızı Hurşid arasındaki aşktır.
5)Süleyman Şah adına özel olarak hazırlanmış bir eserdir.

DANİŞMENDNAME



Dânişmendnâme Anadolu'nun fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, 12. yüzyılda sözlü olarak şekillenen 13. yüzyılda yazıya geçirilen İslâmî Türk destanlarındandır. XI. Yüzyılda yaşamış Türk devlet adamı Melik Dânişmend Gazi'nin hayatını, savaşlarını, Anadolu'daki bazı şehirleri fethini ve çeşitli kerametlerini anlatmaktadır.
Danişmendnâme'de hikâye edilen olayların tarihi gerçeklere uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından, Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir.
Battalname tarzında yazılmış olan Danişmendname’nin ne zaman ve kimin tarafından yazıldığı kesin olarak bilinmemektedir.  
Battalname’nin bir devamı olarak kabul edilen bu eserde münacatlar, Allah’a sığınıp yardım dilekleri, Hızır aleyhisselamın görünüp yaraları iyileştirmesi, bazı Hıristiyanların rüyalarında Peygamberi görerek Müslüman olmaları, kimi Hıristiyan kızlarının mücahitlerle evlenmeleri gibi dini motifler yanında tarihi ve efsanevi unsurlar da çoktur.
Eserin son bölümü bir sonsözden ibarettir. Yazar burada dünyanın faniliğinden bahsederken dini ve ahlaki nasihatler verir. Danişmendname’de tarihi, masallaştıran ve pek çok olay için yanında tarihe ışık tutan parçalar da vardır. Eserde gazalara kimlerin hangi sıra ile katıldıkları belirtilmekte, özellikle başı açık, yalın ayak harb eden dervişlerin küffar ile yapılacak gazaya yürüyüşleri hakkında bilgi verilmektedir.
Danişmendname’nin kahramanı olan Melik Danişment Gazi, Battal Gaziye benzeyen bir kişi olup, bilgili, dindar ve usta bir kumandandır. Bir kılıç darbesiyle, düşman askerinin başını ve vücudunu oturduğu atın eğer kayışına kadar ikiye böler. Muharebe esnasında attığı naralarla koca bir orduyu dağıtır.  
Halk şairleri tarafından bu tür eserlerin nazmında çok kullanılan “Mefailün mefailün faulün” vezninde ve o devir halkının kolay anlayabileceği dille söylemiş ve yazılmış olan Danişmendname, tarihçiler için kaynak eserlerden sayılmıştır. Osmanlı tarihçileri devirlerinin tarih zevkine uygun buldukları bu eserden bir tarih kaynağı olarak faydalandılar.
Battal Gazi ile Danişmend Gazi’nin ortak yönü, her ikisinin de zalim ile müadele etmesi, bu mücadele esnasında büyük kahramanlıklar gösteren ideal tipler olmalarıdır.

Özet:
Hz. Muhammed’in hicretinden 360 sene sonra, Battal Gazinin torunlarından Melik Ahmet Danişmend, halifeden izin alarak, birçok beyle birlikte Anadolu’da fetihlere başlar. Uzun bir zamandır harap olan Sivas’ı mamur hale getirerek buraya yerleşir. Burada mücahitleri ikiye ayırır. Turasan idaresindeki mücahitler İstanbul üzerine giderler. Fakat Alemdağ önlerinde şehit olurlar. Melik Ahmet Danişment ise Sivas’tan Karadeniz’e kadar olan bölgeyi fethetmeyi kararlaştırır. Artuhi isminde bir Hıristiyan’ın Müslüman olmasına vesile olur ve onu yanından ayırmaz. Tokat, Zile, Amasya, Çorum ve Niksar bölgelerini fethederek halkı Müslüman olmaya davet eder.
 Halkın büyük bir kısmı İslamiyet’i seve seve kabul eder. Ancak bir müddet sonra Niksarlılar dinden çıkarak bölgedeki birçok Müslüman’ı öldürürler. Danişment Gazi, Niksar’ı tekrar alarak Canik’e doğru yola çıkar. Fakat yolda pusuya düşürülerek şehit edilir. Vasiyeti üzerine Niksar Kalesi karşısında bir yere defnedilir.
Danişment Gazinin şehit edilmesinden sonra Hıristiyanlar kaybettikleri yerleri tekrar alırlar. Danişment Gazinin oğlu Melik Gazi Bağdat’a giderek halifenin huzuruna çıkar. Babasının fethettiği yerleri Hıristiyanlardan tekrar alır. Niksar’a babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırır. Melik Gazinin fetihlerini Anadolu Selçukluları hâkimiyetine bağlayan destanda olaylar birbiri arkasına devam ettirilerek anlatılır.

BATTALNAME



Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gazi adıyla benimsenmiş bir Arap savaşçısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevilerin Hıristiyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak doğmuştur.
Battal, Arapça, kahraman demektir, Battal Gazi, Arap kahramanına verilen unvanlardır. Türklerin Müslüman olmalarından sonra Battal Gazi destan tipi Türkleştirilmiş önceki destan dilimleriyle zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içine alınmıştır. XII ve XIII yüzyıllarda Battalname adı ile ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir. Hikâyeci âşıkların repertuarlarında da yer almıştır. Seyyid Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömerttir.
Müslümanlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi olağanüstü güçlerle de savaşır. " Aşkar Devzâde" isimli atı da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X-XX. (10. ile 20.) yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak İslâm kültür dairesinin ürünlerinden biri olmakla beraber Orta Asya'da yaşayan Türk gruplar arasına da yayılarak Türk kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.
Özellikleri:
1) Destan kahramanı Battal Gazi bir Arap kahramandan esinlenilerek oluşturulmuştur.
2) Asıl destan 8.yüzyılda Emeviler ve Hıristiyanların savaşlarından doğmuştur.
3) Battal gazi Arap kahramanlarına verilen unvandır. (Battal Arapçada kahraman demektir.) sonradan Türkleştirilmiştir.
4) 12. ve 13. yüzyıllarda Battalname denilen nesir yazıya geçirilmiştir.
5) Seyyit Battal Gazi bilgili cömert ve dindardır.
6) Battal gazi İslamiyet’i yaymak adına insanlardan başka büyücü, dev ve cadı gibi kavramlarda da savaşır.
7) Arap Fars ve Türk üretimi olmasına rağmen orta Asya Türklerince de benimsenmiştir

Özet:
Bir gün Hz. Muhammed ashabıyla otururken vahiy gelmediğinden bahisle güzel mevzulardan konuşulmasını ister. Ashabdan Abdülvehhab, Rum vilayetinden bahseder. O anda gelen vahiyde bu vilayetin iki yüzyıl sonra Cafer adında bir yiğit tarafından Müslüman edileceği bildirilir. Hüseyin Gazi, peygamber soyundan bir kişidir. Malatya'ya yerleşmiştir Malatya'nın önde gelen kişilerindendir. Bir oğlu vardır ve adı Cafer'dir.


Hüseyin Gazi, bir av esnasında Rum beylerinden Mihriyayil tarafından hile ile öldürülür. Cafer genç bir delikanlı iken babasının katillerini öldürür ve Serasker olur. Bundan sonra Kayser ordularıyla yapılan iki savaşta Cafer üstün başarılar gösterir ve Malatya beylerinin güvenini kazanır.
Kayser, Ahmer komutasındaki bir başka orduyu Malatya üzerine gönderir. Cafer, Ahmer'le yaptığı bireysel mücadeleyi kazanır. Bunun üzerine Ahmer, Müslüman olur. Kendisine Cafer tarafından “Ahmet” adı verilir. Ahmet de Cafer' e “Battal” ismini verir.
Bu andan itibaren Battal Gazi Bizanslarla girdiği sayısız savaşta gösterdiği kahramanlıklar destansı bir dille anlatılır.
Artık Anadolu’da Müslümanlar açısından Bizans tehlikesi bertaraf edilmiş Battal Gazi de Medine’ye yerleşmiştir. Ancak Battal Gazi’den aman dilemiş Kayser Kanatur, Battal’a verdiği sözü unutur ve Malatya üzerine ordu gönderir. Ordu şehri yakıp yıkar Battal durumu işitince topladığı ordu ile Kayser’le savaşır. Kayser Nesih kalesine saklanır. Battal kaleyi kuşatır. Kale duvarının dibinde dinlenmek amacıyla uzanır ve uyur. Kaleden Battal’ın uyuduğunu gören Kayser ‘in kızı O’na âşık olur.
Gelmekte olan Bizans ordusundan haberdar etmek için bir not yazar ve bu notu taşa sararak O’na atar. Uyandırmak için âşığı tarafından atılan taş Battalın başına değer ve Battalı öldürür. Prenses Battalın öldüğünü görünce kederinden kendi hançeri ile kendini öldürür.

SEYYİT NESİMİ (?-1404)


Ø                 Bağdat doğumlu olan Nesimi için Divan şiirinin Yunus Emre’sidir, denilebilir.
Ø                 Sanatıyla din dışı divan edebiyatının ve tasavvufi divan şiirinin gelişmesini hızlandırmıştır.
Ø                 Şiirleri didaktik olmakla beraber daha çok lirik özellikler taşır.
Ø                 Hurufilik düşüncesinin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Düşüncelerinin şeriata aykırı görülmesi yüzünden Halep’te derisi yüzdürülerek öldürülmüştür. (Hurufilik: Her varlığı 32 harfle açıklamaya çalışan, harflere esrarengiz anlamlar yükleyen düşünce sistemi.)
Ø                 Şiirlerinde genellikle ilahi aşkı ve Hurûfiliği tanıtmış, birçok şairin yanı sıra Fuzuli ve Bağdatlı Ruhi gibi şairleri de etkilemiştir.
Ø                 Tuyuglarıyla tanınmış bir şairdir.
Ø                 Şiirlerini Azerî Türkçesiyle yazan Nesimi’de düzgün bir anlatım ve coşkun bir lirizm görülür.
Ø                 Alevi-Bektaşi şairler arasında “Şah-ı şehit” olarak anılır.
Ø                 Farsça ve Türkçe yazılmış iki Divan’ı vardır.

YUNUS EMRE (1250–1320)

  • Moğol akınlarıyla sarsılan, huzur ve barış ortamının yok olduğu 13. yüzyılın Anadolu’sunda bütün insanları dil, din ayrımı gözetmeksizin kucaklamış, sevgi ve hoşgörünün temsilciliğini yapmış mutasavvıf şairlerimizdendir.
  • Çok güçlü bir din ve tasavvuf kültürü aldığı anlaşılan Yunus Emre, Sakarya yakınlarında Taptuk Emre’nin dergâhında uzun süre hizmet etmiş, düşüncelerini yaymak için Anadolu’yu gezmiştir.
  • Mutasavvıf ve hümanist bir şair olan Yunus Emre, Türkçeyi ustaca kullanmış, tüm halk şairlerini yüzyıllar boyunca etkisi altında bırakmıştır.
  • Tasavvuf şiirinin en lirik, en büyük şairi, şiirlerinde Allah ve insan sevgisini, tasavvuf inancını işlemiştir.
  •   İlahi nazım şeklinin en usta şairi olan Yunus Emre’nin şiirlerinde coşkulu (lirik) bir söyleyiş hâkimdir.
  • Sade bir dil kullanmış ve halkın kullandığı söyleyişlere yer vermiştir.
  • Hem hece hem de aruz ölçüsüyle şiirler yazmıştır.
  • Ölümünün 650.yıl dönümünde UNESCO tarafından tüm dünyaya tanıtılmıştır.
  • Bugün Yunus Emre’nin bilinen 2 eseri vardır. Bunlardan biri Divan diğeri ise Risalet-ün Nüshiyye'dir. 
  • Divan: Yunus Emre’nin en önemli eseridir. Onun bütün fikir dünyası ve sanatının mükemmelliği bu eserde ortaya çıkar. Divan da yer alan şiirler genellikle hece vezniyle yazılmıştır; fakat aralarında aruzun değişik kalıplarıyla yazılmış olan şiirler de mevcuttur. Şiirlerini genellikle gazel ve ilahi nazım şekilleriyle kaleme almıştır. 300 – 350 kadar şiirden meydana gelmektedir. Fakat ona isnat edilen şiirlerin sayısı bini geçmektedir.
  • Risalet-ün Nüshiyye: Mesnevi biçiminde aruz ölçüsüyle yazılmıştır. 537 beyittir. Didaktik mahiyette kaleme alınmıştır. 13 beyitlik bir başlangıçtan sonra kısa bir düz yazı vardır. Arkasından destanlar gelir. Eserin baş kısmında ateş su hava toprak gibi dört unsurdan yaratılmış olan insandan ve insana üflenen candan söz edilir.Nesirle yazılan bölümde akılla iman hakkında açıklamalar yapılır. Esersin asil bölümünde ruhtan, nefisten, öfke ve sabırdan, insanin çeşitli huylarından söz edilir. Öğretici ve öğüt verici bir yapıttır.